Üçüncü Reich kabusları
Hitler, Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük bir yenilgiyle çıkan Almanya’da enkaza dönmüş kentlerde dolaştığı 1920’lerde ve iktidarı ele geçirdiği 1933’ten sonra, hayallerini tek bir başlık altında toplamıştı: Bin yıl sürecek Üçüncü Reich İmparatorluğu. 1930’larda gücünün zirvesine ulaşan Nasyonal Sosyalist Parti, Führer’in önderliğinde yenilmez-yıkılmaz Üçüncü Reich propagandasıyla kitleleri zehirlerken Nazilere sempatiyle bakanları da onlardan kuşku duyanları da korkuyla ve şiddetle hizaya getiriyordu. Böylece hem taraftarlarının sayısını artırıyor hem de kendilerine karşı geliştirilecek herhangi bir muhalefeti dizginlemeyi amaçlıyordu.
Nazilerin yarattığı korku, sosyal hayatta etkisini gösterirken yükselişinde payı bulunan sıradan insanların gördüğü rüyalar, 1920’lerin sonundan 1945’e dek Almanya ve Avrupa’yı kasıp kavuran totalitarizmin ruhlara nasıl işlediğini, kişileri yabancılaştırıp köksüzlüğe ve kimliksizliğe ittiğini ortaya koyuyor.
Charlotte Beradt, Rüyaların Üçüncü Reich’ı’nda bilinçaltına inen faşizmin yansımalarını âdeta “politik bir rüya tabiri kitabı”yla karşımıza getiriyor.
YENİ ALMANYA, ‘YENİ YURTTAŞ’
Beradt, Nazilerin Almanya ve Avrupa’da terör estirdiği günlerde arkadaşlarının, komşularının, akrabalarının, alışveriş yaptığı esnafın ve etrafındaki pek çok insanın gördüğü rüyalara yer veriyor çalışmasında. Bizzat işittiği ve yorumladığı bu rüyalar, Nazilerin yarattığı dehşetin insanların dengesini nasıl bozduğunu gösteriyor.
Rüyasında Naziler tarafından parçalara ayrıldığını, kaçırıldığını, Hitler’in kendisine saldırdığını, boşlukta kaldığını, çıkarılan kararnameyle hayatının akışının değiştiğini görenler Beradt’ın ifadesiyle “psikolojik işkenceye maruz kalıyor.”
Totaliter rejimin simgelerinin rüyalara girmesi, Nasyonal Sosyalizm söylemi aracılığıyla bireyler üzerinde kurulan baskının büyüklüğünü anlamamız için bir ipucu. Dahası, kişilerin hem benliğine hem de etrafında olup bitenlere yabancılaştığının bir göstergesi.
Beradt, işittiği ve diktatörlüğün dikte ettiği rüyaları yorumlarken Almanya’da özellikle 1933’ten itibaren var oluş koşullarının nasıl değiştiğine dikkat çekerken meselenin derinliğini vurguluyor: “Tarihsel bir olgu olarak Nasyonal Sosyalizm hakkında hüküm verme günü geldiğinde, bu rüyalar birer kanıt işlevi görebilirdi, zira totalitarizmin mekanizmalarının birer dişlisi hâline gelen insanların en derinde yaşadığı duygulara ve tepkilere ilişkin pek çok şeyi açığa çıkarıyormuş gibi görünüyordu. İnsan günlük tutmaya karar verdiğinde, bu kasıtlı bir eylemdir; tepkilerini yeniden şekillendirir, berraklaştırır yahut gizler. Oysa yaşanan siyasi olayların yarattığı en ufak etkiyi bile neredeyse sismografik bir titizlikle kayıt altına alıyormuş gibi görünen bu rüyalar -tabiri caizse bu gece günlükleri- onları gören kişilerin bilinçli iradesinden bağımsız bir biçimde yaratılmıştı. Bu nedenledir ki rüyalardaki imgelem, tam da kâbusa dönüşmenin eşiğindeki bir gerçekliğin yapısını açıklamaya yardımcı olabilirdi.”
Beradt, Almanya’dan ayrıldığı 1939’a kadar yakın ve uzak çevresindeki kişilerden rüyaları dinlediği zamanlarda, Nazilerin hâlâ hafife alındığını fark ediyor. Bu rüyalarda, insan ilişkilerinin hızla ve şiddetle bozuluşunun öne çıktığını, metaforların gerçeğe ve gerçeklerin de birer metafora dönüştüğünü belirtiyor. Metaforları gerçek gibi gerçekleri de metafor gibi yapan devasa bürokratik aygıtın özneleri ise rüyaların bam teli. “Âri ırk” ve “saf Alman” yaratmak için gecesini gündüzüne katanlar kısacası… Onların koyduğu yasaklar, getirdiği kısıtlamalar ve yarattığı şiddet dalgası ise rüyaların ana fikrine dönüşüyor. Beradt’a göre bazen gerçeğin sınırlarının dışına taşmayan bazen de gerçekliği bir adım öteye götüren söz konusu rüyalar, Nazilerin oluşturmaya koyulduğu “yeni yurttaş”ın bir tezahürü aynı zamanda. Beri yandan, kitle iletişim araçlarıyla yaşamı kuşatan propagandanın doğurduğu terörü yansıtıyorlar.
‘MUTLAK TAHAKKÜMÜN TEORİSİ’
Rejimin kullandığı tüm yöntemlerin bilinmesi ve bunlarla kuşatılan kitlenin, günlük yaşamı ve rüyaları birbirine karışıyor. Sansürler, yasaklar, ava dönüşme ve avcı olma tedirginliği, çaresizlik ve her an hedef gösterilme korkusu, dönemin ve rüyaların ortak noktası. Bazı rüyalar ise henüz gerçekleşmeyen şeylerin habercisi âdeta. Örneğin dükkânların, belli mekânların ve belediyelerin kapısına o günlerde daha asılmayan “Yahudiler giremez” benzeri yazıları rüyasında görenleri hatırlatıyor yazar. Bir başkası, yürürlüğe girmemiş ırk yasalarıyla rüyalarında karşılaşanlar. Beradt’ın bu noktadaki yorumu dikkat çekici: “Rüyalar âleminde görülen düşlere sebep olan şey, Üçüncü Reich’ın somut uygulamalarından ziyade, rejimin üzerine kurulu olduğu tamamen kurgusal nitelikteki teorilerdir. Bir başka deyişle rüyaların altında yatan şey terör, yasaklar, yasalar gibi somut şeyler değil, fantastik doktrinlerdir. Tamamen bu şekilde güdülenen rüyalar, totaliter gerçekliğin şizofrenisi üzerine birer hikâyeye dönüştü.”
İhtimallerin yanı sıra sloganların ve afişlerin rüyalara sızması, Nazilerin kişilere ve topluma zerk ettiği korkuyla birlikte düşmanlaştırma, ayrıştırma ve koşulsuz uyum politikasının sonucu yazara göre. Aynı zamanda Üçüncü Reich trajedisinin bilinçaltına yerleşmesinin bir tezahürü.
Üçüncü Reich’ı yaşamanın ve gelecek için beliren endişenin yön verdiği rüyaları yorumlayan Beradt, bunlarda utancın ve korkunun birleştiğini söylerken diktatörlüğün yöntemi kadar, ideolojisinin de etkin olduğunu hatırlatıyor. Dolayısıyla dış dünyadaki trajik gerçek, insanların iç dünyasında daha da korkutucu bir hâl alıyor. Rüyaların Üçüncü Reich’ı’nda Beradt bu iki durumu getiriyor karşımıza.
Barbara Hahn, kitap için kaleme aldığı “Totalitarizm Tarihine Ufak Bir Katkı” başlıklı sonsöz yazısında, Beradt’ın çabasının önemini vurguluyor: “Totaliter rejimler takipçileri olmadan ayakta kalamaz. Beradt’ın kitabı, insanların nasıl birer yandaşa dönüştüğünü ortaya koyar. Nasıl eğilip büküldüklerini, içsel dirençlerinin nasıl kırıldığını gözler önüne serer. Rüyaların Üçüncü Reich’ı aynı zamanda mutlak tahakkümün teorisidir.”